Ulas Özdemir Yeni Albüm
Uluslararası müzik çalışmalarıyla adını duyuran aşık geleneğinin genç temsilcisi Ulaş Özdemir yeni bir projeye daha imza attı.
Alevi-Bektaşi müziği ve Anadolu’daki farklı etnik grupların müziklerine odaklanan derleme çalışmalarının yanı sıra İran’da yaşayan Ehl-i Haklarla ilgili çalışmaları da bulunan Özdemir, Ali Akbar Moradi, Kayhan Kalhor, Sussan Deyhim, Mamak Khadem ve Niyaz gibi İranlı sanatçılara, gruplara bağlama ve sesiyle eşlik etti...
Bugünlerde ise sıkça kulağınıza çalınan ‘Forabandit’ projesini dinleyicileriyle buluşturdu. Bu projede Sam Karpienia, Ulaş Özdemir ve Bijan Chemirani yer alıyor. İlk kez 2009 yılında bir araya gelen grup 2011 yılında Forabandit projesini hayata geçirerek Anadolu âşıklarının kutsal sazı bağlama, mandolin ailesinden mandoçello, geleneksel İran müziğinin temel vurmalı çalgısı zarb ve iki vokal ile dünyaya kültürel bir pencere açıyor.
Forabandit’in anlamı ise oldukça derin... 'forabandi' Oksitan dilinde “dışlanmış”, “kenara itilmiş” anlamına geliyor. Bu kelimenin içinde yer alan “bandit” ise eşkiya olarak tanımlanıyor: Hem şiir, hem de müziğe bakışını eşkıya bir tavırla ortaya koymaya çalışan Forabandit, aşka, mizaha, hapishanelere dair geleneksel şiirler ve müzikal ezgilerin yanı sıra çağdaş şairlerden yaptıkları besteleri, bugüne kadar görülmemiş bir biçimde yeniden ele alıyor.
Bugüne kadar film, dizi, belgesel müziği çalışmaları da yapan Özdemir, görüntülü ortamlar için yazdığı müziklerde, yaşadığı coğrafyanın farklı müzik kültürlerine göndermeler içeren beste ve düzenlemeler yaparak ‘öteki’lere selam yolluyor...
Oksitanya’da, geçmişi Kathar düşüncesine kadar uzanan trubadur şarkıları ile Anadolu’da Alevilik ve Bektaşilik inancını temel alan âşık türkülerinden yola çıkan Forabandit’i Ulaş Özdemir’le konuştuk.
-Öncelikle çok özel bir albüme imza atmışsınız... Forabandit’in hikayesini dinleyelim sizden?
2009 yılında, Marsilya'da yaşayan Nil Deniz adında bir arkadaşımız üçümüzü bir araya getirdi. Nil'in 'Sublimes Portes' adını verdiği, Marsilya, Hamburg ve İstanbul'dan müzisyenleri bir araya getirecek projenin bir ayağı idi bu. Ne yazık ki bu geniş proje yürümedi. Fakat bu vesile ile bir araya gelen bizler, yıllar içinde Forabandit'e dönüşecek bir müzik yolculuğuna başlamış olduk. Hem ben, hem de Sam, Bijan'ı önceden tanıyorduk zaten, o aramızda bir balans oluşturdu. Zaman içinde Sam'le benim aramdaki müzikal anlamda balansı kuran kişi de o oldu. O açıdan kaynaşmamız zor olmadı. Yıllar içinde birbirimize kendi dünyalarımızı anlatmaya başladık, sonra gördük ki anlattığımız şey Forabandit'in dünyası aslında...
- Forabandit’in çok büyük anlamları var... Kelimeyi parçalara ayırırsak Oksitan dilinde ‘kenara itilmiş’ anlamını taşıyor... Eşkiya anlamına geliyor ayrıca... Grubun derdi ne?
Forabandit, Oksitan dilince 'dışlanmış, kenara itilmiş' gibi anlamlara geliyor. Bunu, tarih içinde her türlü sosyal, kültürel, dilsel, dinsel, cinsel, vb. dışlanmış için kullanılmış bir kelime olarak ele aldık. Zaten müziğimizin ana damarı olan Oksitan dili ya da Anadolu'dan Alevi-Bektaşi inancı yıllarca bu dışlanmışlığa maruz kalmıştı. Bizler bu kavramın içini daha da dolduralım, daha geniş coğrafyalara selam gönderelim istedik. Müziğimiz de böyle şekillendi. Yeni çalışmalar yaptıkça görülecek ki, Forabandit'in evreni aslında bu dünyanın sınırlarını epey aşıyor... Diğer yandan, Forabandit kelimesinin Oksitan dilinde direkt 'eşkıya' manası yok. Ancak bu kelimeyi seçerken içindeki 'bandit'in çeşitli dillerde 'eşkıya' manasına geldiğini biliyorduk, zaten bu kelimeyi de o yüzden çok sevmiştik. Zaman içinde eşkıya meselesi ile uğraştıkça gördük ki, aslında kelimenin her iki manasını da, başka bir deyişle kelimenin her bir parçasını da müziğimizin bakışı barındırıyordu. Dolayısıyla her türlü dışlanmışa bir eşkıya selamı gönderiyor Forabandit.
- Anadolu, İran ve Oksitanya çok zengin topraklar... Bu topraklardan çıkmış ve bu toprakların kendine ait enstrümanlarını da buluşturdunuz... Doğu Batı eksenini nasıl değerlendiriyorsunuz müziğinizde? Enstrümanları buluşturuken dertlerin de buluşması mı?
Açıkçası müziğimizin Doğu-Batı gibi bir eksenden yola çıkmışlığı yok. Hatta bu bakış açısıyla bir araya getirilmiş 'buluşma' ya da 'proje'lere oldukça mesafeliyiz. Forabandit böyle bir meseleden ortaya çıkmadı. Her üçümüzün geldiği coğrafyalar güçlü halk şiiri geleneklerine sahip topraklardı, aynı zamanda bu şiir diliyle şekillenmiş zengin ritmik yapılara da sahipti. Forabandit, bu damardan beslenerek gelişti. Daha sonra şiirin ve müzik dilinin arka planında yer alan düşünsel dünya ile ilgilenmeye başladık. Bu dönemde çok okuduk, film izledik, birbirimizle tartıştık, dertlerimizi paylaştık ve ortaya tematik şarkılar çıkmaya başladı. Aslında ortaya çıkan, Anadolu, İran ve Oksitanya coğrafyasından bir dert ortaklığıydı...
-Albüme baktığımızda çok da alışık olmadığımız dil var... Yok olan dili yok olmaktan olan kültürlerle bir arada sunuyorsunuz...
Az önceki Doğu-Batı eksenine dönecek olursak, aslında 'alışık' olunmayan şey, birbirinden farklı coğrafyalarda yaşayan müzisyenlerin bir araya geldiğinde 'dert ortaklığı' yapması. O sayede müzik ve dil daha 'organik' hale geliyor. Bu açıdan bakınca Forabandit'in müziğinde her dilden şarkı, şiir, dize, kelime olabilir. Hepsine açığız, yeter ki üzerinde çalıştığımız tematik çerçeve ve Forabandit'in evreniyle ilişkisi olsun. Örneğin 'Paur' şarkısına, Sey Qaji'den Zazaca dizelerin girme sebebi budur. Yeni albümümüzde Ermeni aşıklardan dizeler de yer alacak ya da Farsça şiirler de. Çünkü ilgilendiğimiz meseleler bizi oraya götürüyor... Dil meselesini böyle ele alınca, yok olmayı bırakın, müziğin içinde her zamankinden daha yaşar hale geliyor bir dil. O açıdan her zamankinden daha çok Oksitanca, Zazaca ya da Ermenice şarkılar söylemeliyiz...
-“Eşkiya derler bize” diyorsunuz... Tarih boyunca başkaldıranlar ‘öteki’, hak arayanlar ‘suçlu’, iktidara boyun eğmeyenler de ‘eşkiya’ olmuştur... Neye gönderme bu albüm?
'Paur' şarkısında, Alevi-Bektaşi ozan Dertli'nin, 'Aşk ile tığlar çekip münkire karşı durmuşuz / Ol sebepten kavmi sufyan eşkıya derler bize' dizelerini söylüyoruz. Meselemiz tamamen bu çünkü. 'Eşkıya' kavramıyla uğraşırken, sadece dağlara çıkan eşkıyaları değil, aynı zamanda toplumun dışına itilmeye çalışılan, dışlanılan kişi ya da grupların da 'eşkıya' diye nitelendiğini gördük. Örneğin Dersimli Seyit Rıza, resmi raporlarda 'dağ eşkıyası' idi. Örneğin Hopa'da hayatını kaybeden Metin Lokumcu, resmi ağızlarda 'eşkıya' idi. Albüm sürecinde gördük ki bu kavram, sadece tarihin bir döneminde eşkıyalık yapmışları anlatmıyor, günümüz toplumunda yaşanan dertleri de içinde barındırıyor ve oldukça güncel bir kavram. Biz de bütün bunlara açık ya da kapalı göndermeler yaptık elbet, 'eşkıya' meselesini tersine çevirip, tersten bir selam göndermeye çalıştık.
-Alevilik ve Bektaşilik bu toprakların özü aslında... Forabandit uluslararası bir çalışma. Bu kültürü dünyaya duyururken bizimde yeni tanıştığımız trubadur şarkıları var... Peki bu ezgiler ne kadar birbirini besliyor, ortak acı mı, nedir?
Yıllardır, bu topraklarda yaşayan Alevi-Bektaşi müziğinin can damarı olan aşıklık geleneğiyle ilgileniyorum. Kaçınılmaz olarak yaptığım her çalışmada onların izi var. Sam ise, yıllardır Fransa'da, Oksitan dilini tekrar canlandırmaya çalışan müzisyenlerin başında geliyor. Oksitan dili, yüzyıllar önce trubadurların şarkılarını yazdığı dildir. O açıdan bir araya geldiğimizde, geçmişi oldukça köklü olan ve bugün halen yaşayan aşıklık ve trubadur geleneklerinden beslendik, birbirimize bu kültürleri anlatmaya çalıştık. Zaman içinde gördük ki, dönemsel kırılmalar iki coğrafyada da paralellik göstermiş. Örneğin Katharlar'ın tarih sahnesinden çok kanlı bir şekilde silinmesi ile Aleviler'in yıllarca toplu tahkikata uğramaları, kırılmaları birbirinden çok da farklı değil. Ancak bu durum, her acının ortaya çıkışı, bunun şiire, müziğe dökülüşü aynıdır anlamına gelmiyor. Belki acılar farklı farklı yaşanmıştır, ancak 'dert' hepsinde de neredeyse aynı. Bu da bizi 'ortak acı' yerine 'dert ortaklığı'na götürdü.
-Albümde, aşk var, dört duvar var, aşıkların şiirleri var... Yorumlarken geleneksel yapıya sadık kalmışsınız... Türkiye’de biliyorsunuz türküler yorumlanırken deforme oluyor, yada ‘batı’ enstrümanlarıyla o öz yitip gidiyor... Siz bu konuda ne düşünyorsunuz?
Forabandit'in müziğinde 'öz' diye bir kavram yok, 'özcülük' ise hiç yok. Elbette yorumladığımız şiirsel ya da müzikal kaynağa sadık kalmaya çalışıyoruz. Ancak ister Emekçi gibi değerli bir ozanın eserini yorumlayalım, ister kendi yazdığımız şarkılar olsun, buradaki asıl meselemiz, öncelikle 'biz bunu niye çalıyoruz' diye sorgulamamızdır. Çaldığımız her şarkının kendi evrenimizde bir yere karşılık gelmesine özen gösteriyoruz. O açıdan soruda kullandığınız 'deforme', 'öz', 'batı' gibi kavramların neredeyse hiçbiri bu evrende yer almıyor. Örneğin, 'Engabiolat' şarkısı, hapishanelerle ilgilidir. Biz bununla yaklaşık üç yıl uğraştık, sonunda Sam, insanın kafasının içindeki hapishaneleri anlattı, ben ise Seyrani'nin sözleriyle bu dünyanın bir hapishane olup olmadığını tartıştım. Müzik ise, bu şiirlerin formu ve bunlara Bijan'ın katkısı ile çıktı. Konserlerde çaldıkça parça asıl ritmini ve formunu buldu. Şimdi bunu 'geleneksel bir şarkıdır' diye çalmıyoruz, ancak biz ilgilendiğimiz ve dayandığımız geleneklere ve düşünce dünyasına sadık kalmayı tercih ediyoruz. Bunun sahiciliğine inanıyoruz.
- Genç bir müzisyen olarak yıllardır bu aşık geleneğini sürdürüyorsunuz...
Ben bir aşık değilim. Onların, yani ozanların izini sürüyorum sadece. Sanıyorum müzik yaptığım sürece bu durum devam edecek. Elimden geldiğince sözler de yazmaya çalışıyorum, ama bu büyük aşıklık ummanın yanında benimki damla bile sayılmaz. Bu gelenek, Türkiye'de yeterince ilgi görmemiş olabilir, ancak ister görünür olsun, ister görünür olmasın, bu topraklardan hangi müzik kültürünü kaldırırsanız kaldırın altından bu kültür çıkacaktır, en azından onunla bir temas, bir iz bulunacaktır. O açıdan bu gelenek kolay yitip gidecek bir gelenek değildir. Sadece kültürün değişimi ile birlikte değişime uğrayacaktır. Umudum, bu topraklarda yetişen genç kuşağın bu şiir ve müzik kültürüyle daha haşır neşir olmasıdır. Belki bu anlamda bir katkımız olur yaptığımız çalışmalarla...
MÜZİĞİMİZ ACILARDAN BESLENİYOR
- Türkiye’ye baktığınızda acıları ortaklaştırdığımızı düşünüyor musunuz?
Anadolu'nun tarihini acılar tarihi olarak okuyabiliriz elbette, tüm dünya tarihini belki böyle okuyabiliriz. Müziğimizin bu acılardan beslendiği de bir gerçek. Diğer yandan insana yaşama duygusu veren ana damarlardan birisi müziğin ta kendisi. Yani Niyazi Mısri'nin sözleriyle söylersek 'derdim bana derman imiş' durumu. Acı nerede yaşanırsa yaşansın, gözyaşı kim tarafından dökülürse dökülsün, müzik bunların hepsine ortak derman olur. Yaşadığımız topraklar bu açıdan oldukça zengin aslında. Fakat son dönemde müziğin bu işlevinin yeteri kadar kullanıldığını söyleyemiyoruz. İnsanlar bunu pek görmek istemiyor sanıyorum, unutmayı, görmemeyi tercih ediyorlar. Eğlencenin arasında kaybolup gidiyor. Oysa acı orada duruyor. Bunu sanıyorum son dönemde en içli şekilde Neşet Ertaş dile getirmişti...
İSYANIN OLDUĞU HER YERDE MÜZİK VARDIR
-İsyan artık sanatla dile gelmeye başladı... Müzik bu isyanın neresinde? Mesela siz isyanınızı müzikle mi dile getiriyorsunuz?
Müziğin derdi bitmez, o yüzden isyanın olduğu her yerde müzik vardır. Bizim de derdimiz olduğuna göre isyan da bu derdin içindedir. Ancak bunlar müzikte direkt görünür ya da duyulur olmayabilir. Çünkü Forabandit'in müziği direkt mesaj veren bir müzik değil. Her şarkının oluşumu uzun çalışmalar ve tartışmalar içeriyor. Her şarkıda açık ya da kapalı pek çok gönderme mevcut. Ama sonuçta bir 'tez' sunmuyoruz, müzik yapıyoruz. O açıdan derdi olan bir müziğin içinde hepsi mevcut.